Çocuklarımız belki de hiç olmadıkları kadar evde zaman geçiriyorlar. Sıkılıyorlar, öfkeleniyorlar, üzülüyorlar, arkadaşlarını ve dış dünyayı özlüyorlar. Biz yetişkinler için de ne kadar tanıdık duygular, öyle değil mi? Ancak bizim duygu ve davranışlarımızı regüle etme becerimiz oldukça gelişmişken, çocuklarımız henüz bu beceriyi öğrenme aşamasında. Bu nedenle onlarla kurduğumuz iletişimde kullandığımız dile ve verdiğimiz mesajlara dikkat etmeliyiz. Sözlerimiz, zamanla çocuklarımızın iç sesi olacaktır.
Duyguların yansıtılması, etkili iletişim açısından önemli bir unsurdur. Öncelikle, “Off evde olmaktan çok sıkıldım!” diyen çocuğunuza genellikle nasıl cevap verme eğiliminde olduğumuza bir bakalım.
“Bir sürü oyuncağın var, git onlarla oyna.” diyerek tepeden inme ve hızlı çözümler sunabiliyoruz. Böylece çocuklarımızın kendi duygularını tanımaya ve kendi çözümlerini bulmaya fırsatı kalmıyor. Bunun yanı sıra zorlu duyguların deneyimlenecek değil “giderilecek” meseleler olduğu mesajını da ediniyorlar. Oysa yaratıcılık, spontanlık, oyun keyfi ancak yeterince “sıkılabilen” bir çocuktan çıkabilir. Duygular değişkendir ve bir duygunun üzerinden atlamak yerine içinden geçmek, çoğu zaman o değişkenliğe yardımcı olmaktadır.”
“Ben senin yaşındayken anneme babama yardım etmekten sıkılmaya fırsat bile bulamazdım.” veya “Ne şanslısın, keşke benim de sıkılacak zamanım olsa.” benzeri sözlerle böyle hissetmeye hakları olmadığını hissettirebiliyoruz. Böylece kendi duygularının değersiz olduğunu ve kendilerini her zaman başkalarının ile kıyaslamaları gerektiğini öğreniyorlar.”
Ne sıkılması canım.” veya “Sen de sürekli sıkılıyorsun.” gibi sözlerle, duygularının mantıksız olduğu mesajını veriyoruz. Zamanla çocuklarımız kendi duygularına güvenmemeyi kesin bir şekilde öğreniyorlar. Onlar da kendi çocuklarına bunları öğretiyorlar ve bu durum belki de nesillerce sürüyor.
Peki Bunun Yerine Ne Yapabiliriz?
Öncelikle kendimize bir bakabiliriz. Acaba bize hangi duyguların “mantıksız”, “saçma”, “aşırı” veya “güvenilmez” olduğu öğretildi? Hangi duyguları yaşamaktan kaçıyoruz, hangi duyguları deneyimlediğimiz an hızlıca bir çözüm arayışına yöneliyoruz veya kendimizi yargılıyoruz? Bu duygular, çocuğumuzla olan ilişkimizde kendilerini gösterebilir. Örneğin, öfkelenmemizin yasaklandığı bir ailede büyümüşsek çocuğumuzun öfkesini göstermesini ayıplayabilir veya öfkesinin önüne sağlıklı da olsa hiçbir sınır koymayabiliriz.
Çocuklarınızın duygularını sezdiğiniz anda onları isimlendirin. “Şu anda çok öfkelendin.” Duygunun bedensel yankılarını da dile getirerek, bunları fark etmesi yönünde yardımcı olabilirsiniz. “Ellerini nasıl da yumruk yapmışsın, kaşların çatılı, kulakların kızarmış… Belki de sıcak basıyor, terliyorsun. Çok öfkelenmişsin.”
Bu duygunun içinde neler olabilir? Çocuğunuz başka hangi duyguları deneyimliyor olabilir? Nelere ihtiyaç duyuyor olabilir? Örneğin, sıkılan çocuğunuzun aslında arkadaşlarını çok özlediği için üzüldüğünü sezdiniz. “Evde olmaktan çok sıkıldın değil mi? Belki arkadaşlarını özledin, dışarıda olmak ve top oynamak isterdin şimdi… Senin için çok zor olmalı. Biliyor musun, ben de bazen arkadaşlarımı çok özlüyorum… O zaman suratımı asıp oturmak ve ağlamak geliyor içimden. Sen nasılsın, anlatmak ister misin?…. Senin için neler yapabilirim?” gibi sözlerle ona destek olabilirsiniz.
Duygularını yansıttıktan sonra ihtiyacını giderebileceği alternatifler hakkında onunla konuşabilirsiniz. Arkadaşlarını özleyen, onları görmeye ihtiyaç duyan çocuğunuza “Onları okulda göremeyeceksin bir süre daha. Evet, bu çok üzücü… Eğer istersen görüntülü konuşma yapabiliriz, ne dersin?” diyebilirsiniz veya bir çözüm yolu üretmesini ondan bekleyebilirsiniz.
Çocuğunuz kendi duygusunu isimlendirdiğinde, o duygunun içinde kalarak kendini regüle etmeyi öğrendiğinde ve alternatif eylemler üretebilidiğinde onu cesaretlendirebilirsiniz.